Friday, September 08, 2006

 

YAYIMLANAN KİTAPLARIMIN ÖZETLERİ


KIRMIZI FENER SOKAĞI (Üçüncü Romanım- 2005)


Romanın ana teması: Henüz genç sayılacak yaşlarda hayli acımasız kuralları olan yaşam oyununda üst üste yıkıcı darbeler alan, içinde bocaladıkları sevgisizlik, yalnızlık ve iletişimsizliği kimi zaman aşırıya, hatta uçuk kaçıklığa varan bir cinsel yaşam sürdürmekle, ya da başlarına her an her şeyin gelebileceği tehlikeli maceralara atılmakla aşabileceklerini sanan üç genç kadının içlerinde bir yerlerde saklı kalmış iyiye, güzele, saf sevgiye duydukları özlemi anlatmaktadır roman. Roman örgüsünde olaylar yabancı bir ülkede göçmen olarak yaşayan bu üç kadının ve umutsuzlukla kaybolan genç oğlunu arayan çaresiz bir baba olan dördüncü ana kahramanın yaşadıklarından yola çıkarak anlatılmaktadır. İnsanı öğütüp, yok eden günümüz yaşamının acımasız düzeni içinde, her biri kendi karmaşasında sürüklenip duran bu dört kahraman kaderin garip bir cilvesi sonucu Amsterdam kentinde bir araya gelirler. Biri Kırmızı Fener Sokağı’nda genelev sermayesi, biri siyasi mülteci, bir diğeri ise uyuşturucu kuryeliği ve porno yıldızlığı yapmakta olan bu üç kadının artık tek bir amacı vardır: Yusuf’un oğlunu her nerede, ve kimin elindeyse bulup kurtarmak. Bu kararı aldıklarında sonu bilinmez tehlikelerle dolu, uzun ve yıpratıcı bir maceraya atıldıklarının farkında değildirler. Kim ne derse desin dünyada acı çekenler ve çektirenler, mutlular ve mutsuzlar, amaçları uğruna her türlü kötülüğü yapanlar ve kendi küçük dünyalarında mutlu yaşamaya çalışanlar hep olacak ve bunlar birbirleriyle çatışmalarını sürdüreceklerdir. Onların tek yapmak istediğiyse; bu çatışmada doğru tarafta yer alabilmektir.
Romanın dört ana kahramanından biri olan Nurten, Türkiye’nin doğusunda bir taşra kentinde doğmuş, tutucu ve boğucu bir aile içinde sevgisizliği daha küçük yaşlarda tatmış genç ve güzel bir kadındır. Ergenlik çağına girdiğinde yaşadığı ortamın onu ne derece boğduğunu ve hiçbir gelecek vaat etmediğini anlamıştır. Büyük kentlerde özgürce yaşayan, kendi kararlarını alabilen ve uygulayan yaşıtlarını kıskanmaktadır. Ayrıca yaşamın doğası gereği karşı cinse duyduğu çekim gittikçe artmakta, bu dar ve sıkıcı ortamda kişisel yaşamını dilediği gibi yaşayabileceğine olan inancı azalmaktadır. İşte o sıralar yüzünde olağanüstü güzel bir ışık gördüğüne inandığı ve yaşça kendisinden hayli büyük evli bir erkeğe aşık olur. O zamanlar henüz on beş yaşındadır ve kendisini ona teslim eder. Üstelik bundan büyük bir mutluluk duymuştur. Sonuç ise faciadır. Bu nedenle ailesi ve çevresinden şiddet görür, dışlanır, intihar girişiminde bulunur. Artık bu kentte yaşaması mümkün değildir. İstanbul’a kaçıp bir kaç sene orada yaşar. Sonra işçi olarak Hollanda’ya gelip Amsterdam’a yerleşir.
Aradan seneler geçmiştir. Nurten artık yirmili yaşlarda özgür bir kadındır ve yeni bir yaşama kavuşmuştur. Sonra bir gün, bu masalsı kentte yaşamı boyunca unutamayacağı o güzel yüzlü adamla karşılaşır. O da aynı ilk erkeği gibi yüzünde mucizevi bir ışık taşımaktadır. Bu Nurten’i büyülemeye yetmiştir. Beraber yaşamaya başlarlar. İlk kez mutluluğu tatmaktadır. Sonra hiç beklenmedik bir şey olur; kenti karakışın teslim aldığı bir gün sevdiği adam bilinmeyen bir nedenle intihar eder. Sırlarını kendisiyle birlikte götürmüştür ve Nurten ikinci ışığını da kaybetmiştir. O günden sonra bir daha kendisini toparlayamaz. Üst üste aldığı darbeler sonucu ciddi bir bunalıma girer ve olmadık davranışlarda bulunmaya başlar. Sanki ne kadar uçuk, kaçık hatta sapık bir yaşam sürerse geçmişte yaşadığı acıları o kadar kolay unutacaktır. Kendisini cinselliğe, uyuşturuculara vurur. Her türlü marijinalin bulunduğu yer altı barlarını mesken seçer, porno show’larında oyuncu olarak görev almaktan, uyuşturucu kuryeliğine, zenginler için düzenlenen grup seks partilerinde rol almaya kadar her işi yapar. Artık gelecekten hiçbir beklentisi kalmamıştır. Sonra bir gece yine bir yer altı barında Yusuf’la karşılaşır. İlk iki erkeğinde olan o mucizevi ışık onda da vardır. Peşine düşer. İlginç bir tesadüf eseri kader arkadaşı olan Hacer’in evinde Yusuf’un sırrını öğrenir. Bu koca kentte kaybolan oğlunu aramaktadır Yusuf. En yakın dostu Hacer’le birlikte bu saf ve temiz adamın dünyasına girip, Avrupa’nın önde gelen seks ve uyuşturucu tacirinin eline geçmiş olan oğlunu bulmak konusunda yardım etmeye söz verirler. Aslında sonu bilinmez tehlikeli bir maceraya atıldıklarının farkında değildirler.
Romanın bir diğer ana kahramanı olan Hacer’de aynı yakın dostu Nurten gibi Anadolu’nun ücra bir köyünde doğup, büyümüş saf bir genç kızdır. Severek evlendiği adam şehirde yaşamaktadır. Hacer onun uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını nice sonra anlar. Oysa artık iş işten geçmiştir. Kocasının hapse girmesiyle kötü niyetli insanların eline geçer ve yerel bir genelevde zorla çalıştırılır. Karşı çıktığında dayak yer, işkence görür. Önceleri bu işi yapmaktan korkunç bir utanç duyar. Zamanla alışır. Güzelliği ve çekiciliğiyle genelevin en çok rağbet gören sermayesi olur. Sonra Azmi ile tanışır. Azmi, Amsterdam’da seks ve uyuşturucu ticaretinin yanı sıra bağımsızlığını kazanan eski Sovyet cumhuriyetlerinden her türlü silah ve nükleer madde kaçakçılığı yapan mafyavari bir örgütün lideridir. Amsterdam’ın dünyaca meşhur Kırmızı Fener Sokağı’nda bulunan genelevlerin çoğuna sahiptir. Avrupa sosyetesi için özel temalı grup seks partileri düzenler. Büyük hayalleri vardır. Ona göre bu dünyada altı milyar insan yaşıyorsa en az altı milyar da cinsel fantezi vardır ve bu faydalanılması gereken çok büyük bir pazardır. Hacer’i alıp Amsterdam’a getirir ve onu Kırmızı Fener Sokağı’ndaki porno show’larında çalıştırır. Bu genç kadına önceleri zor gelse de zamanla alışır. Giderek cinsel karakteri değişir. Artık sadece sahnede ışıklar altında ve bir sürü insan onun erkeklerle ilişkiye girmesini izlerken tatmin olabilmektedir. Dört duvar arasında bu işi yaptığındaysa en küçük bir heyecan duymamaktadır. Daha sonra Azmi’nin işlettiği genelevlerde sermaye olarak çalışmaya başlar. Ücreti karşılığı her türlü cinsel hizmeti verdiği için giderek şöhreti artar. Artık hemen her seviyeden erkeğin aradığı bir fanteziler kraliçesidir. Oysa Hacer kendisini bu duruma düşüren erkeklere kin duymakta, eline geçen her fırsatta onlardan intikam almaya çalışmaktadır. Öyle ki, sırf fantezilerini yaşayabilmek için kendilerini ona kırbaçlatan, daha çok eziyet, daha çok işkence dilenen sadık hayranlarının bu isteklerini yerine getirirken dahi fırsat bu fırsattır deyip intikam almaya çalışmaktadır. Sonra bir gece, en yakın dostu Nurten yanında Yusuf’la çıkıp gelir. Onun acı hikayesini dinledikten sonra tüm yaşamı değişecektir.
Romanın üçüncü ana kahramanı olan Mihriye çok küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının ardından akrabalarının yanına sığınmak zorunda kalmıştır. Onlarsa kendisini koruyacaklarına sürekli hor görüp, hırpalayarak, bir hizmetçi gibi kullanmışlardır. Yıllar sonra tüm bunlardan kurtulmak için üniversiteye gittiğinde içindeki sevgi eksikliğinin bir sonucu olarak kendisine dostça yaklaşan yasadışı bir sol örgüte üye olur. Artık sokak eylemlerine katılan, yeri geldiğinde polisle çatışmayı, hapse bile girmeyi göze alan bir militandır. Bir süre sonra aynı örgüt içinde bulunan bir diğer militan olan Bora’ya aşık olur. Bora katıldığı bir suikastta bazı polisleri öldürür. Saklanması gerekmektedir. O güne kadar deşifre olmayan Mihriye onun saklanması için yardımcı olur. Gizli bir örgüt evinde aylarca birlikte kalırlar. Bu Mihriye için mutluluk vericidir. Oysa uç fikirlere sahip olan örgüt Bora’nın beynini öylesine yıkamıştır ki delikanlı Mihriye’nin tüm yaklaşımlarını reddeder. Aylarca aynı çatının altında yaşadıkları halde bir kez bile el ele tutuşmaya yanaşmaz. Ona göre böylesi bir duygusallık örgütün ilkelerine karşı kişisel bir zaaftır. Bu durum Bora’yı çılgınca seven Mihriye için büyük bir yıkımdır. Örgüte olan bağlılığını sorgulamaya başlar. Uzun süre aynı yerde saklanan Bora’nın yakalanma korkusu ve içindeki çatışmalar sonucu ruh sağlığı giderek bozulur. Sonuç şizofrenidir. Bu Mihriye için daha büyük bir yıkım olmuştur. Bir eylemde tutuklanıp hapse girdiğinde örgüt arkadaşlarının iki yüzlülüklerini, acımasızlıklarını ve kendilerine belletilen öğretilerin ne kadar dışında yaşadıklarını görüp onlardan nefret eder. Hapiste kaldığı sürece işkenceler görür. Özgür kaldığında Amsterdam’a gelip iltica başvurusunda bulunur. O artık Avrupa’nın özgürlükler kentinde yaşayan siyasi bir mültecidir.
Mihriye’nin Amsterdam’daki yaşamı önceleri sorunsuzdur. Sonraları yalnızlığının da etkisiyle geçmişte yaşadığı sevgisizlikler, maruz kaldığı işkenceler üzerinden bir türlü atamadığı bir baskı oluştururlar. Bunun sonucu içinde gizli kalan sado-mazoşist duyguları açığa çıkar. Yıllardır yaşadığı cinsel açlığın da etkisiyle hayli tehlikeli maceralara atılmaya başlar. Hiç tanımadığı erkekleri evine getirip onlarla giderek dozunu arttırdığı sado-mazo ilişkiler yaşamakta, çocukluğundan bu yana yaşadığı sevgi eksikliği nedeniyle önünü alamadığı bir çılgınlık içinde sürüklenmektedir. Ta ki aynı binada oturduğu Hacer vasıtasıyla onun kader arkadaşı Nurten ve Yusuf’la tanışana kadar.
Romanın dördüncü ana kahramanı Yusuf da diğerleri gibi yıllar önce Anadolu’dan kalkıp yeni bir gelecek aramak için Amsterdam’a yerleşen tipik bir Türk erkeğidir. Avrupa’da yaşamasına karşın doğup büyüdüğü ülkenin geleneklerine, yerleşik değerlerine sıkı sıkıya bağlıdır. En büyük arzusu; Hollanda’da yeterince para biriktirip, ailesini alarak memleketine geri dönmek ve köyünde huzur içinde yaşamaktır. Oysa hiç beklemediği acı bir olay başına gelir ve yirmili yaşlarda bir genç olan oğlu birdenbire kaybolur. Bir müddet sonra onun Amsterdam’da güçlü bir mafia örgütünü yöneterek seks, uyuşturucu, silah ve nükleer madde kaçakçılığı yapan Azmi’nin sağ kolu olma yolunda ilerlediğini öğrenir. Bu sarsıcı gerçek başlangıçta onun için büyük bir yıkım olsa da pes etmeyecektir. Oğlunu bu yasadışı örgütün elinden kurtaracak ve onu ait olduğu yere, Türkiye’ye götürecek, böylelikle tüm pisliklerden uzak tutacaktır. Oysa bu hiç de kolay değildir. Çünkü önce hiçbir şekilde izini bulamadığı oğluna kavuşmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için her şeyi bir yana bırakıp onu bu koca kentte aramaya başlar. Bulabileceğini tahmin ettiği her yeri arar. Her geçen gün bunun ne kadar zor olduğunu görmektedir. Sonunda kader onu Nurten, Hacer ve Mihriye ile bir araya getirir. Yaşam bundan sonra dördü için akıl almaz bir maceradır.

- Kaderin garip bir cilvesi sonucu bir araya gelen bu dört insanın yaşamlarının bundan sonrası Yusuf’un oğlu Efe’yi bulmak için kazan kepçe misali akla hayale gelebilecek her yeri aramaya başlamalarıyla,
- Bu esnada Efe’nin yeni katıldığı mafya örgütünün kendisine sunduğunu sandığı parlak geleceğin hayali peşinde her türlü yasadışı işe girip, çıkmasıyla,
- Mafia babası Azmi’nin tüm Avrupa’nın seks ve uyuşturucu pazarını eline geçirme çabaları yanı sıra üçüncü dünya ülkelerine silah kaçakçılığı organizasyonunu geliştirmesiyle,
- Bu organizasyonu büyütürken Efe’yi sağ kolu olarak kullanmasıyla ve onu bu konuda öne gelen kişilere göndermesiyle,
- Hacer, Nurten ve Mihriye’nin bir yandan samanlıkta iğne aramak misali kayıp delikanlı Efe’yi ararken bir yandan da kendi kişisel açmazlarını, içsel çatışmalarını, gittikçe daha fazla battıkları bir macera peşinde koşarken bir yandan da kendi gelecek düşlerini gerçekleştirmeye ve saf sevgiyi bulmaya çalışmalarıyla devam eder.

BİR KUZGUN YAZ (İlk Romanım-2002)

Romanın ana teması: 1960’lı yılların başlarında henüz yoğun göç almamış, bugünkü çılgın kalabalığından ve çirkin yapılaşmadan uzak, doğal güzelliği bozulmamış, ulaşımın tramvaylarla ve buharlı vapurlarla yapıldığı romantik kent İstanbul. Günümüz karmaşasının, çoğunlukla çıkara dayalı ilişkilerinin henüz bilinmediği, Müslüman, Yahudi, Ortodoks dinlerine mensup insanların zengin, fakir ayrımı olmaksızın yüzyıllardır boyunca dostluk ve karşılıklı yardımlaşma içinde Boğaziçi’nin her iki yakasında huzur içinde yaşadığı bir ortam. Komşuluk ilişkileri, ailecek birlikte yenen yemekler, her dinin kutsal bayramları, yazlık sinemalar o günlerin insanları için en önemli sosyal aktivitelerdir. Toplum henüz televizyonla tanışmadığı için akşamları dostları ziyaret, kışın evlerde soba başı sohbetleri günlük eğlencelerdendir. Oysa 1960’ların ortalarında dünya hızla değişmeye başlamıştır. Bu tatlı rüya belki böyle sürüp gidecek, ya da her yerde olduğu gibi roman kişilerimizin yaşadığı şirin İstanbul semtinde de bir gün ansızın bitiverecektir. Aslında o günlerin yetişkinleri gibi çocuklar da bulundukları çevredeki yaşamın her geçen gün giderek huzursuz bir yönde değiştiğine, sahillerde, yemyeşil bostanlarda tüm kaygılardan uzak yaşadıkları günlerin yerini yavaş, yavaş anlamakta güçlük çektikleri tatsız gerçeklerle dolu bir geleceğin alışına tanık olmaktadırlar. Öyle ki; bazı olaylar ömür boyu kötü izler bırakacak acı deneyimlere dönüşmeye başlamış, yetişkinlerin yaşamının hiç de öyle masum olmadığını kabullenmek zorunda kalmışlardır. Artık büyü bozulmuştur. Bundan sonrası kimi yetişkinlerin dünyasında olduğu gibi hırslı ve kirli bir şekilde mi sürecektir?
Romanda olaylar o yılların muzır çocuklarının gözünden ve naif bir dille anlatılmaktadır. İstanbul’un en güzel sahil semtlerinden birinde adeta bir çete gibi yaşayan çocuklar ve mahalle halkı romanın kahramanlarıdır. Genç yaşında dul kalan anneleri Nüshet’le denizi gören küçük bir kulübede yaşayan ikiz kardeşler İsmail - Mehmet, dört çocuğunun anası olan eşini çok erken yaşta kaybetmiş yakışıklı denizci Halit dayı ve azılı, haylaz oğulları da bu romanın baş kişileridir. Olaylar evlilik dışı bir çocuk doğurduğu için kendi toplumu tarafından dışlanan genç ve güzel Yahudi kızı Araksi’nin fırtınalı bir gece, beş çocuğuyla yaşayan kızlık arkadaşı Nüshet’e sığınmasıyla başlar.
Araksi zengin bir Yahudi işadamıyla kurduğu ilişki neticesinde gayri meşru oğlu Moiz’i doğurmuştur. Çocuğunun babası olan sevdiği adam beklenmedik bir mali kriz sonrasında iflas edince borçlarından kurtulmak için çareyi intiharda bulur ve yaşamına kendi elleriyle son verir. Onun ölümünden sonra Araksi yapayalnız ve aç kalmıştır. Çareyi yaşamın acımasızlığıyla tek başına mücadele etmekte olan beş çocuklu dul arkadaşı Nüshet’in tek odalı kulübesine sığınmakta bulur. Nüshet evlere temizliğe giderek çocuklarını büyütmeye çalışmakta ve çok zor şartlar altında yaşamaktadır. İşinin yoğunluğundan dolayı kimi geceler eve gelemez ve ikiz çocukları İsmail’le, Mehmet sabaha kadar Boğaz’dan geçen vapurları gözleyerek onun dönüşünü beklerler. Nüshet bu şartlar altında bile kendi akrabalarının dahi dışladığı Araksi’yi geri çevirmeyip, kabul eder. Evin tavan arasında ona ve çocuğuna bir yer hazırlar ve hep birlikte yaşamaya başlarlar. O fırtınalı geceden sonra daha geniş bir aile olmuşlar ve yaşam hepsi için eğlenceli bir oyuna dönüşmüştür.
Her gün yeni icatlar ve muzırlıklar peşinde koşturan evin haylaz ikizleri İsmail ve Mehmet, Daltonlar çetesi adını verdikleri Halit dayılarının birbirinden azgın oğullarıyla birlikte çevreye yaka silktirmektedirler. Bir gün içine gaz doldurdukları bir balonla uçmayı düşlerlerken, bir sonraki gün diğer mahallelerden akranlarıyla sokak savaşına girip, kendilerini hor gören komşularının kapılarına kakalarını yaparak onları cezalandırmakta, bir diğer gün ise evden kaçıp hep beraber yakındaki bir ormanlıkta gecelemektedirler. Babaları yakışıklı bir denizci olan Daltonlar sürekli değişen üvey anneler elinde büyürlerken, her yeni analığın getirdiği farklı düzene ve eğitime ayak uyduramadıkları için onlardan sık, sık dayak yemekte, çok küçükken kaybettikleri öz annelerinin şefkatini tadamadıkları için her geçen gün daha da hırçınlaşmaktadırlar. Yaptıkları sayısız haylazlık arasında komşu kızlarını mıncıklamak, konu komşunun bahçelerinde para edebilecek ne varsa çalıp satarak kendilerine sigara ve porno dergileri almak da vardır. “Alim” ismini taktıkları ikizlerle kimi zaman iyi geçinseler de onların bin bir zorluklarla satın aldıkları ansiklopedileri de çalıp satarak o parayla kendilerine Teksas, Tommiks gibi çizgi romanlar satın almaktadırlar. Anne sevgisi ve baba disiplini diye bir şey bilmedikleri için kendi başlarına buyruk yaşamakta, eve gelen yeni cici annelerine yaşamı zehir etmekle uğraşmaktadırlar. Bu üvey annelerse karşılık olarak onlara ikinci sınıf evlat muamelesi yaparlarken, kendi öz çocuklarından sevgi ve şefkati esirgemezler. Babalarının son evlendiği genç ve güzel üvey anneleri ise onlara Fransız edebiyatı, varoluşçuluk felsefesi gibi son derece yabancı gelen bilgiler öğretmeye çalışmaktadır. Bu da Daltonlar’ın tam anlamıyla evden soğumalarına neden olmuştur.
Tüm bunlar olurken ana roman kahramanımız olan ikizler tek başına çalışarak evi geçindirme mücadelesi veren annelerinin göğüslemek zorunda kaldığı güçlükleri izlemekte, yaşamın pek de adil olmadığını düşünmektedirler. Yoksulluktan dolayı okula başkalarının verdiği eski kıyafetlerle gitmekte, yamalı pantolonlar giymektedirler. Yine de küçücük bir kulübede sekiz kişi yaşamaktan mutludurlar. Ta ki altmışların ikinci yarısında ekonomik krizin yarattığı büyük göç başlayana kadar. Taşrada kendileri için bir gelecek göremeyen milyonlarca insan akın, akın İstanbul’a göç etmeye başlamıştır. Kısa bir süre öncesinin romantik kenti birden bire gelenekleri, kıyafetleri, davranışları çok farklı olan, çoğu eğitimsiz ve kaba saba insanlarla dolmuştur. Kente güzelliğini veren Boğaziçi kıyıları ve yemyeşil ağaçlarla süslü tepeler göz açıp kapayıncaya kadar gecekondularla dolmuştur.
Ana kahramanlarımızın yaşadığı mahalle de bu göçten nasibini almıştır. Bir sabah kalktıklarında çevrelerinde o güne kadar tanıdıklarından çok farklı birisi olan Kerzik ve ailesiyle yaşamak zorunda olduklarını anlarlar. Bunu kabullenmek zor olsa da yapabilecek başka bir şey yoktur. Bir köylü kızı olan Kerzik de ailesiyle birlikte yeni bir gelecek aramak için taşradan İstanbul’a göç etmiş ve alışılmadık davranışlarıyla kısa sürede yaşadığı çevreye damgasını vurmuştur.
1960’lı yılların sonlarına doğru İstanbul artık eski romantik, düzenli, çoğunlukla eğitimli orta halli insanların yaşadığı kent değildir. Taşradan gelenler beraberlerinde getirdikleri kendi kültürleriyle de İstanbul’un her yerine damgalarını vururken roman kahramanlarımız gelişmeleri tedirginlikle izlemektedir. Bu arada sonradan gelenlerle eski yerliler arasında çatışmalar başlamıştır.
- Roman bu noktadan sonra; ana kahramanlar olan küçük çocukların cinsel suiistimallere mazur kalmalarıyla,
- Yaşıtlarından önce ergenlik çağına giren taşra kökenli kız Kerzik’in yaşadığı mahallede delikanlılığa yeni adım atan arkadaşlarıyla cinselliğin ilk heyecanını tatması, annesinin onu bu durumda yakalaması üzerine evinden atılması ve Araksi ile birlikte aynı tavan arasında yaşamaya başlamasıyla,
- Fırtınalı bir gecede gayri meşru çocuğuyla kızlık arkadaşı Nüshet’in evine sığınan Araksi’nin yaşamının diğerlerinin tersine ancak peri masallarında olacak şekilde değişmesiyle,
- Araksinin işe giderken vapurda tanıştığı bir başka zengin Musevi olan Davit’le evlenip, yaşadığı karanlık tavan arasından dillere destan bir düğünle çıkıp, muhteşem bir köşke taşınmasıyla,
- Ekonomik krizle birlikte yaşam şartları giderek ağırlaşırken, roman ana kahramanlarının okudukları ilkokulda bile zengin, fakir ayrımının zirveye çıkmasıyla,
- Romanın diğer ana kahramanlarından Dalton kardeşlerin sürekli değişen üvey anneler elinde giderek daha mutsuz ve huzursuz olmaları, bu kadınların kışkırtmaları sonucu babalarından sürekli şiddet görmeye başlamaları, bunun sonucu olarak evden kopuk bir yaşam sürerken kötü niyetli insanların ellerine düşmeleriyle,
- Bir zamanların huzur dolu semtinin giderek eski yerlileriyle, yeni gelenler arasında kültürel çatışmaların çıktığı bir yer olması, birdenbire artan nüfus yüzünden Boğaziçi’nin ve İstanbul’un masalsı güzelliğinin bozulmaya başlamasıyla sürer.
“Bir Kuzgun Yaz” romanı beklenmedik anlarda meydana gelen sosyal patlamaların ve küçük yaşlarda maruz kaldıkları travmaların bir dönemin çocukları üzerinde nasıl unutulmayacak izler bıraktığını anlatırken, öte yandan günlük yaşamda ve çok olumsuz şartlar altında bile bir peri masalının gerçekleşebileceğini anlatır bizlere.

PUS ( İkinci Romanım- 2002)

Roman hakkında: Tam ergenlik çağına girip ilk cinsel uyanışları yaşamaya başladıkları günlerde, ölümlerin, intiharların, acımasız askeri cuntanın ve onları ürperten esrarengiz olayların da soğuk yüzüyle tanıştılar. Yeni yetme gençler olarak geleceğe hazırlanırlarken ülkeleri askeri cuntanın demir yumruğuyla idare edilmeye başlandı. Bunun sonucunda üniversite öğrencileri, aydınlar, işçiler öldürüldü. Bu beklenmedik gelişmeler karşısında çocukluklarını altmışlı yıllarda bırakıp yetmişli yıllara birer delikanlı olarak adımlarını atan gençler önceleri bütün bu trajik olayların kendilerine uzak olduğunu düşünmüşlerdi. Ne yazık ki gerçek hiç de öyle sandıkları gibi değildi.

Detay: Fransa’daki 1968 öğrenci olayları tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki genç kuşağı da etkilemiş, siyasî çalkantılar gündemi işgal ederken bir anda patlak veren öğrenci ve işçi olayları ülkenin her yanını sarmıştır. Yetmişli yılların başlarında tüm ülkeye yayılarak gittikçe artma eğilimi gösteren bu olaylar nedeniyle askeri cunta yönetime el koymuş, bunun sonucunda ülkede pek çok değer bir anda yok olmaya başlamıştır. İstanbul'un en küçük semtlerinde bile altmışlı yılların huzurlu ortamı kaybolmaya yüz tutmuş, geçmişin güzelim komşuluk ilişkilerinin kopmasıyla insanlar en yakınından bile şüphelenir olmuş, toplum o güne kadar tanımadığı "muhbir vatandaşlık" kavramı ile tanışmıştır. Egemen güçler sıradan vatandaşların en yakın komşusu aleyhine bile muhbirlik yapmasını teşvik etmektedir. Bir kaç yıl öncesinin huzur dolu ortamı artık tam bir kaosa dönüşmüştür. Ekonomik sorunlarla boğuşan halk bu yetmiyormuş gibi bir de ülkeyi demir yumrukla yönetmeye kalkan cuntaya karşı da var olma mücadelesi vermeye başlamıştır. O günlere damgasını vuran balyoz harekâtları vatandaşları büyük bir karamsarlığa iterken, gençlik ikiye bölünmüş, kardeş, kardeşi vurur hale gelmiş, ülke iç savaşın eşiğine gelmiştir. Böyle karanlık bir ortamda hayat herkes için olduğu gibi, ergenliğe adım attıkları bu huzursuz günlerde cinselliği ve aşkı yeni keşfetmeye başlayan yeni yetme kuşak için de giderek zorlaşmıştır. Ayrıca yetişkinlerin dünyasının yeni tanımaya başladıkları cinsellik dahil hemen her konuda son derece iki yüzlü olduğunun şaşırarak farkına varmışlardır.
Romanın ana teması; Ölümlerin, idamların, siyasi cinayetlerin ülkeyi sardığı bir kaos ortamında bile yaşamdan, pozitif düşünceden vazgeçmeyenlerin, ne şartlarda olursa olsun geleceğe, insani değerlere inananların, özgüvenlerinden güç alarak yeni ve daha güzel bir dünya kurmak için çabalayanların mücadelesi romanda yine o günleri yaşayan gençlerin gözünden kimi zaman hüzünlü, kimi zaman güldürücü, kimi zamansa hicvedici bir dille anlatılmaktır. Dış dünya büyük bir isyanı yaşarken o genç kuşak da içlerinde kopan isyanın sesine kulak verme yoluna gitmişler ve bundan asla pişmanlık duymamışladır.
Roman ana kahramanları; Yetmişli yılların başlarında ergenliğe adım atarak dünyaya artık yeni tanımaya başladıkları cinselliğin ve içlerinde kaynayan duygusal fırtınaların süzgecinden bakan, kendi mantıklarına uymayan her şeyi sorgulama yoluna giden yeni yetme gençlerdir.
Romanın konusu; Artık delikanlılığa adım atmaya başladıkları dönemde roman kahramanımız olan iki yeni yetme delikanlı kendilerini ülkede patlak veren olayların içinde bulurlar. Örnek aldıkları üniversiteli ağabey ve ablaların haksızlıklara isyan etmesi ve bu isyanı sokaklara, meydanlara taşımaları onları derinden etkilemiştir. Bugüne gelene kadar yaşları küçük olduğu için adam yerine sayılmayıp, pek çok kez haksızlıklara uğramışlar, susturulmuşlardır. Oysa dünya değişmektedir. Artık çocuk olmadıklarına göre onlar da değişmeli, tavır belirlemelidirler. İşçiler, öğrenciler, sokaktaki sıradan vatandaşlar bile bir şeylere isyan etmeye başlamışlardır. Öyleyse bundan sonra onlar da en başta okulda uğradıkları adaletsizlikler karşısında susmayacaklardır. Çünkü örnek olması gereken öğretmenler bile öğrenciler arasında zengin, fakir ayrımı yapmakta, son derece anlayışsız davranarak ailelerinin alım gücünün çok üstünde araç, gereç vs masrafı talep etmekte, açıkçası; “parası olmayan okumasın” mesajı vermektedirler. Sıradan orta öğrenim öğrencileri oldukları halde resim öğretmeni bayan onlardan neredeyse bir resim atölyesi açacak kadar harcama yapmalarını isteyebilecek kadar anlayışsız davranabilmektedir. Onun mantığına göre yoksul ailelerin çocukları da babaları gibi okumayıp, amelelik ya da ağır beden işçiliği gibi işlerle uğraşmalıdırlar. Oysa devir artık herkesin hakkını sonuna kadar aradığı bir devirdir. Tüm bunların yanı sıra yaşlarının doğası gereği karşı cinsle olan etkileşimleri, gelişmekte olan içsel dürtülerinin de etkisiyle kurdukları ilişkiler başlarındaki en yakın otoriteyi temsil eden öğretmenleri tarafından bastırılmaya çalışılmakta, okulda erkek öğrencilerin kız arkadaşlarıyla en küçük yakınlaşmaları dahi bu genç insanların onurunu kıracak şekilde ve yaşam boyu unutamayacakları ağır yöntemlerle bastırılmaktadır. Hatta yapmadıkları şeyler için bile ceza alırlar. Kız, erkek ayırmadan öğrencilere herkesin önünde dayak atmak en sık kullanılan metotlardan biridir. Bu da doğal olarak bu genç insanların içlerindeki isyanı büyütür.
İşte bu ortamda roman kahramanımız olan iki yeni yetme delikanlı uzak bir dağ köyüne devlet göreviyle atanan ailelerinin peşinden gidip, elektriği, suyu, yolu ve orta okulu bulunmayan o köye yerleşmek zorunda kalırlar. İçinde bulundukları ekonomik şartlar bunu gerektirmektedir. Öyle ki bu olumsuz şartlar altında suçluluk duygusuna kapılmakta, kendilerini aileleri için bir yük olarak görmektedirler. Doğup büyüdükleri ışıl, ışıl İstanbul’u bırakıp bir gece yarısı gittikleri küçük dağ köyü aslında ürkünç mezarlığı, cinlere ve şeytanlara çarpılıp akıllarını oynattıklarına inanılan insanları, cinselliğin neredeyse geçim derdinden bile önde geldiği ortamıyla dış olaylara kapalı tuhaf bir yerleşimdir. Kendilerini son derece sıcak karşılayan köy halkı ise hüzünler, yokluklar, bastırılmış duygular, umut ve umutsuzluğun iç içe geçtiği fantastik ve çelişkili bir dünyada yaşamaktadır. Koca bir kentten gelip böylesi bir köyde yaşamak yeni yetmelerimiz için çok zordur. Ayrıca orta okula gitmek için her gün on kilometre yol yürümek ve bu yolun güzergahında bulunan ürkünç köy mezarlığının da içinden geçmek zorundadırlar. O mezarlık ise hiç sevmediği bir adamla zorla evlendirildiği için ya da cinlere, perilere karıştığına inandığı için intihar eden, hatta bilinmeyen esrarengiz nedenlerle ölü bulunan insanların mezarlarıyla doludur.
Yeni yetmelerimiz için ikinci şok ise bu küçücük köydeki çocukların bile cinsel konularda kendileri gibi şehirde yetişmiş olanlardan çok daha bilgili, hatta deneyimli olduğudur. Zaten ilk dostluklar da bu yolla kurulur. Kısa bir süre sonra köyde yaşayan kız – erkek tüm yaşıtlarıyla arkadaş olup keşfettikleri yeni eğlenceleri olan cinsellik dünyasına doğru kanat açarlar. Bu arada köyde anlamakta güçlük çektikleri çelişkiler yaşanmaktadır: Köyün yetişkinleri bir yandan sürekli olarak cinsellikle iç içe yaşarlarken öte yandan kızların bekaretine çok büyük önem vermekte, bakir olmadığını düşündükleri genç kızları dışlayıp, onları korkunç bir yalnızlığın içine atmaktadırlar. Kısa bir süre öncesine kadar köyün en güzeli olduğu için bütün erkeklerin peşinde koştuğu “Hatice” isimli komşu kızı evlendiği günün ertesinde kendisini bakire olmadığı şeklindeki dedikodu kampanyasının içinde buluverir. Geleneksel değerler nedeniyle kafası iyice karışan kocası çareyi onu baba evine geri göndermekte bulur. Bir gün öncesine kadar herkesin hayranlıkla el üstünde tuttuğu Hatice artık bu unutulmuş köyde ömrünün sonuna kadar lekeli bir kadın olarak yapayalnız, dışlanmış yaşayacaktır. Kentten gelen genç roman kahramanlarımız buna isyan ederler. En çok da ne kadar çapkın olduklarıyla övünen köy erkeklerinin düne kadar peşinden koştukları “güzel Hatice’yi” bir çöpmüş gibi yaşamlarından çıkarıp atmalarına kızmışlardır. Bu arada en yakın sırdaşları olan diğer köy kızları da Hatice’yi terk etmişlerdir. Bu da Hatice’ye her şeyden çok koymuştur. Yeni yetme delikanlılarımız ve aileleri bu talihsiz kıza sahip çıkarlar.
Bütün bu tatsızlıkların yanı sıra tüm ülkede askeri cunta büyük bir kıyım operasyonuna girişmiş, başta üniversite öğrencileri olmak üzere, aydınları, işçileri, sosyalistleri, kısaca karşı çıkan herkesi sindirmek için işkence, göz altı, hapis ve hücre cezalarıyla kitleleri bastırmaya çalışmaktadır. Daha sonra bazı genç insanlar aynı yönetim tarafından ve askeri mahkemelerde alınan yanlı kararlar sonucu apar topar idam edilirler. Bu son olay ülke halkının içini daha da karartmaya yetmiştir. İşte tam bu acıların yaşandığı günlerde bakire olmadığı iddiasıyla tüm çevresi tarafından dışlanan Hatice de evinin samanlığında kendisini asarak intihar eder.

Roman bundan sonra:

- Hatice’nin intiharı ardından herkesin bir iç sorgulama sürecine girmesiyle,
- Bunu yanı sıra ülkedeki ölüm ve işkence çemberinin giderek genişleyerek, tüm nüfusu içine alacak şekilde insanlar üzerinde korku ve yılgınlık yaratmasıyla,
- Yeni yetme gençlerimizin tüm bu gelişmeler karşısında bir yandan tedirginlikleri artarken, öte yandan yaşlarının doğası gereği kadın erkek ilişkileri ve cinsellik hakkında bilgi ve deneyimlerini arttırmalarıyla,
- Köyde rutin temposunda süre giden yaşamın korkunç bir zelzele sonucunda temelinden sarsılmasıyla,
- Köyde evlenme çağına gelmiş kızların hemen tamamının kırsal hayatın yoruculuğundan kurtulmak için bir an önce şehirli bir erkekle evlenip kente kapağı atma planları yapmaları, ve bunu giderek eğlenceli bir oyun haline getirmeleriyle,
- Hatice’nin trajik intiharı ardından köydeki esrarengiz olayların artmasıyla,
- Büyük kente kaçma hayali kuran kızlardan Emine sonunda bu düşünü gerçekleştirdiğinde köyün karışmasıyla,
- İntihar eden Hatice’nin annesinin kızının intikamını alma peşine düşüp, köy meydanında büyük bir düğün töreniyle yeniden evlenmeye kalkan eski damadını vurup öldürmesiyle,
- Bu olayın sonucunda kan davasının tüm köyü tedirgin etmesiyle,
- Bütün bunlar olurken devletin bir baraj yapımı için köyün yerini değiştirme kararı alması, köy ahalisinin tüm anılarını, topraklarını, atalarının mezarlarını bırakıp başka yerlere gitme gerçeği karşısında dehşete düşmeleriyle,
- Yeni yetmelerimizin dolu dolu geçen bu taşra deneyiminin ardından geldikleri kente geri dönerlerken kısa sürede yaşadıkları onca olayı ve geride bıraktıklarını düşünerek gözlerinin arkada kalmasıyla devam eder.



Comments:



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?

Site Ekle Add to Google